Bizi takip edin

Neden Bu Konferans?

Sömürgecilik, yaklaşık 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar dünyanın büyük bir bölümünü etkisi altına alan ve insanlık tarihinin gidişatını kökten değiştiren bir olgu olmuştur. Avrupalı güçlerin Amerika, Afrika, Asya ve Okyanusya’da kurdukları sömürge imparatorlukları, sadece siyasi sınırları değil beraberinde toplumsal ve ekonomik yapıları da kalıcı biçimde dönüştürmüştür. Ne yazık ki bu dönüşüm, genellikle şiddet, sömürü ve insanlık dışı uygulamalar eşliğinde gerçekleşmiştir. Bugün bile sömürgeciliğin açtığı yaralar tamamen iyileşebilmiş değildir çünkü sömürge düzenleri, hedef aldıkları toplumların sosyal, ekonomik ve siyasal yapılarını altüst etmiş​ ve kuşaklar boyu sürecek travmalara yol açmıştır. ​ Sömürge yönetimleri, kendi çıkarları uğruna işledikleri suçlarla milyonlarca insanın hayatına mal olmuş, sayısız kültürel değeri yok etmiş ve kolonileştirdikleri bölgeleri uzun süren bir bağımlılık döngüsüne sokmuştur. Amerika Kıtası’nda 1492 sonrasında Avrupa sömürgeciliğinin başlamasıyla birlikte Amerikan yerlileri eşi benzeri görülmemiş bir demografik çöküş yaşadı. Avrupa’dan gelen hastalıklar, fetih savaşları ve zorla çalıştırma nedeniyle yerli nüfusun yaklaşık %90’ı yok oldu. Araştırmalar, 15. yüzyıl sonunda yaklaşık 60 milyon olan yerli nüfusun bir yüzyıl içinde sadece 6 milyona düştüğünü ortaya koymaktadır​. Diğer taraftan Afrika Kıtası, sömürge suçlarının en acı sahnelerinden birine tanık oldu. Transatlantik köle ticareti kapsamında yaklaşık 12 ile 13 milyon Afrikalı, Avrupa devletlerinin çıkarlarına hizmet etmek üzere zorla Amerika’ya taşındı. Bu yolculuk sırasında 1-2 milyonu aşkın insan gemilerde can verirken, yakalanma ve sevk edilme süreçlerinde de milyonlarcası öldü. ​Köleleştirilen insanlar kendi vatanlarından koparılıp insanlık dışı koşullara mahküm edildi, geride kalan toplumlar ise nüfuslarını ve üretim güçlerini kaybetti. Bunun yanı sıra, 19. yüzyılın sonlarında Belçika Kralı II. Leopold’un kişisel mülkü olan Kongo’daki zorla kauçuk toplama rejimi, toplu cezalandırma ve katliamlarla anılır. Sömürge dönemi kayıtlarına göre bu dönem boyunca Kongo nüfusunda milyonlarca kişilik bir azalma meydana gelmiş, modern tahminler nüfus kaybının 10 milyona yaklaşmış olabileceğini göstermektedir​. Sayısı onları hatta yüzleri bulan bu tür vahşet örnekleri, sömürgeciliğin toplumlara insani ve ekonomik bakımdan onarılmaz zararlar verdiğinin en özet kanıtıdır. Sömürgeci güçlerin Asya’daki egemenliği de ağır insani bedellere yol açmıştır. Örneğin Britanya İmparatorluğu’nun Hindistan’daki sömürge yönetimi, halkı ekonomik olarak sömürürken ciddi kıtlıklar ve yoksulluk yaratmıştır. Yapılan kapsamlı tarihsel araştırmalar, Britanya idaresinin zirvede olduğu 1881-1920 döneminde sömürge politikaları nedeniyle Hindistan’da yaklaşık 100 milyon “normalin üzerinde” ölüm gerçekleştiğini ortaya koymuştur. ​Bu sayı, tarihte tek bir bölgedeki en büyük politika kaynaklı kitlesel ölümlerden biri olup, 20. yüzyılda farklı rejimlerde yaşanan büyük kıtlıkların toplamından bile fazladır.​Sömürge idaresi altında tarımsal üretimin ve kaynakların metropole aktarılması, milyonlarca insanın açlıktan ve hastalıktan kırılmasına zemin hazırlamıştır. Sonuç olarak Hindistan, sömürge döneminde ekonomik açıdan gerilemiş, aşırı yoksulluk ve düşük yaşam standartları kalıcı hale gelmiştir.​ 

Sömürgecilik sadece can kayıplarına sebebiyet vermemiştir. Sistematik kültürel imha politikalarıyla da anılır. Birçok sömürge yönetimi, yerli halkların dillerini, dinlerini ve geleneklerini baskı altına alarak misyonerlik faaliyetleri ve zorunlu eğitim gibi araçlarla kültürel asimilasyonu dayatmıştır. Örneğin Kanada’da yerlilere uygulanan yatılı okul sistemi, çocukları ailelerinden koparıp kendi kültür ve dillerinden uzaklaştırarak “makbul vatandaşlar” yaratmayı hedeflemişti. Bu tip uygulamalar, günümüzde akademisyenler ve insan hakları savunucuları tarafından “kültürel soykırım” olarak tanımlanmaktadır. ​ Benzer şekilde, sömürgeci güçler işgal ettikleri topraklarda dini, kültürel eserleri ve kütüphaneleri tahrip etmiş veya Avrupa’ya kaçırmıştır. Bu bağlamda birçok ulus sadece nüfusunu ve maddi kaynaklarını değil, kültürel mirasının önemli bir bölümünü de sömürgecilik çağında kaybetmiştir. Sömürgecilik, aynı zamanda işgal edilen bölgeleri ekonomik bağımlılık altına sokan bir düzen tesis etti. Sömürge dönemi boyunca koloniler, ham madde ve emek kaynağı olarak kullanıldı; sanayileşme veya kendi kendine yeten ekonomik kalkınma büyük ölçüde engellendi. Tek ürünlü tarım ekonomileri ve dış pazarlara bağımlı ticaret yapıları, sömürgeci yönetimlerce bilinçli olarak teşvik edildi. Pek çok eski koloninin bağımsızlık sonrası dönemde de kırılgan ekonomilere ve adaletsiz küresel ticaret koşullarına mahküm olmasına yol açtı. Nitekim sömürgecilik sonrası neo-sömürgeci ilişkiler ile küresel ekonomideki eşitsiz yapılar, eski sömürgelerin metropollere bağımlılığını yeni biçimlerde devam ettirdiği için sömürgecilikten kaynaklanan “yaralar” tam anlamıyla sarılamamıştır. ​ ​

Çağ Atlayan İnsanlık, Hesaplaşılmamış Sömürge Suçları Tarihi
Sömürgecilik çağının acı mirası, aradan geçen on yıllara rağmen bugün de dünya gündeminde önemini korumaktadır. Bunun bir nedeni, geçmişin haksızlıklarının toplumsal hafıza ve adalet arayışı içinde hala canlı olmasıdır. Milyonlarca insanın torunları, atalarına yapılanları unutmadıkları gibi, bu tarihsel travmaların psikolojik ve ekonomik etkileri nesiller boyunca aktarılmaktadır​. Irkçılık ve ayrımcılık gibi olguların kökeninde çoğu zaman sömürge dönemi ideolojileri ve uygulamalarının yattığı akademik çalışmalarca ortaya konmuştur. Dolayısıyla, günümüzde eşitlik ve insan hakları mücadelesi veren hareketler, sık sık sömürgecilik tarihine atıf yapmakta ve bu mirasla yüzleşmenin gerekliliğini vurgulamaktadır. Öte yandan, uluslararası toplum da sömürge suçlarını tarihsel adalet perspektifinden yeniden ele almaya başlamıştır. Son yıllarda bazı eski sömürge güçleri geçmişte işlenen suçlar için özür dilemeye, hatta tazminat adımları atmaya yönelmiştir. Örneğin Almanya, 1900’lerin başlarında Namibya’da Alman koloni yönetiminin Herero ve Nama halklarına karşı gerçekleştirdiği katliamları resmen soykırım olarak tanımış ve bu ülkeye tazminat sağlamayı kabul etmiştir. Benzer şekilde, Belçika’da görülen bir davada mahkeme, sömürge döneminde Kongolu ve Ruandalı melez çocukların zorla ailelerinden alınarak kurumlara yerleştirilmesini insanlığa karşı suç olarak nitelendirerek Belçika devletini sorumlu bulmuştur​. Bu tür gelişmeler, sömürgecilik mirasının sadece tarih kitaplarında kalmadığını, hukuki ve siyasi anlamda güncel bir mesele olduğunu göstermektedir. Halen pek çok ülkede, sömürge döneminden kalan heykel, isim ve sembollerle ilgili tartışmaları sürdürmektedir ve yağmalanmış kültürel eserlerin iadesi, kolektif hafızanın onarılması ve eğitim sistemlerinin sömürgecilik konusunda bilinçlendirilmesi için adımlar atılmaktadır. 2025 yılında dahi sömürgecilikten miras kalan sorunlar gerek küresel adaletsizlikler biçiminde gerekse kültürel ve insani boyutlarıyla karşımızda çıkmaktadır. Günümüzde “neo-sömürgecilik” olarak adlandırılan modern sömürü biçimleri farklı şekillerde varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle, geçmişte yaşanan benzeri insanlık suçlarının tekrarlanmaması için tarihsel farkındalığın artırılması ve bu meselelerin bilimsel zeminde tartışılmaya devam edilmesi hayati önem taşımaktadır. Böylesi travmatik konuların farkındalığının arttırılması ve geçmişteki zulümlere yönelik geç de olsa adaletin sağlanabilmesi için akademik ve toplumsal desteğin sürdürülmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, “Sömürge Suçları Konferansı”, sömürgeciliğin insanlık üzerindeki tarihsel, toplumsal ve kültürel etkilerini bilimsel olarak tartışmayı ve bu konudaki farkındalığı artırmayı amaçlamaktadır. Sömürge döneminde yaşananları unutmamak, anlamak ve analiz etmek, benzer trajedilerin tekrarını engelleyerek tarihsel adaletin sağlanmasına zemin hazırlayabilir. Akademik düzeyde gerçekleşecek et​kinlik, geçmişte yaşanan insanlık dışı faaliyetlerin karanlık sayfalarını aydınlatmak ve halen süregelen etkilerini anlamlandırmak için bir farkındalık platformu sunacaktır.